FilmElestirileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FilmElestirileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2012 Salı

Moonrise Kingdom

Moonrise Kingdom filmine her yonuyle bayildim. Wes Anderson tarafindan yonetilen filmde, yonetmenin yarattigi dunyaya hayran kalmamak mumkun degil. Filmin konusuna gelince, 1950'lerde, bir adada yasayan12 yasinda birbirlerine asik olan, kendilerince sorunlu 2 cocugun kacis hikayesini anlatmaktadir. Erkek cocuk kahraminiz yetimdir, bir yavru kurttur ve dogada yasam uzerine egitim almistir, kiz cocuk kahraminiz ise kendince problemli, buyulu kitaplari okumaktan hoslanan ve surekli durbunu ile dolasan bir kiz. Iki karakterde birbirinden ilginc sekilde olusturulmus. Diger rollerdeki unlu sanatcilari da unumamak lazim; Edward Norton, Bill Murray, Bruce Wills.. hepsi hikayeyi o kadar guzel beslemis ki. Her bir karakter basli basina bir karakter, hepsi tek tek ozenle dusunulup olusturulmus. Filmi izlerken her karakterin birbirinden farkli oldugunu ve kendine has ozellikleri oldugunu kesfediyorsunuz. Hic bir karakter laf olsun diye yaratilmamis, hepsinin filme ayri ayri katkisi var. Filmi bu kadar guzel yapan da zaten karakterlerin siradisiligi.

Filmdeki her sahnenin detaylari icin o kadar cok ugrasilmis ki, ilk andan itibaren detaylarin guzelligine vuruluyorsunuz. Ayrica filme sonbahar havasi hakim yani soluk renkler sarilar, kahverengiler ama bu renk paletine ragmen bir o kadar da canli yonetmenin bunu nasil basardigini bilmiyorum ama bana hissettirdigi bu.
Daha once bir filmden bu kadar cok sahneye bayildigimi hatirlamiyorum. Bu kadar minimalist calisilip nasil bu kadar etkileyici bir dunya yarattigini saskinlikla izliyorsunuz.

Ozellikle Anlaticinin yer aldigi sahnelerde ondan baska kisinin olmamasi arka planin guzelligine vuruldum.





Filmi en iyi anlatacagini dusundugum bir iki sahneyi daha eklemek istiyorum








'Suzy' kiz kahraminimizin 'Sam' erkek kahramanimiza kitap kamp atesinde kitap okudu sahneler de muhtesemdi. Suzy'nin en ilginc yanlarindan biri de kacis icin yanina bir bavul dolusu kitap almis olmasi bu bana biraz kendimi hatirlatti :)





Peki sadece sahneler mi etkileyeci olan tabi ki hayir :) Diyoglarda muhtesem. Mesela 'Suzy' ailesini sevmediginden ve  'Sam' in ne kadar sansli oldugundan bahsediyordu ve 'Sam'in verdigi cevap cok etkileyiciydi.

- Suzy I love you, but you have no idea what you're talking about.

Suzy'nin kutaphaneden kitaplari neden caldigini anlattigi sahne de cok basit ama etkileyiciydi



Ayrica film, komedi ogeleri de barindiyor mesela 'Suzy'in babasi Bill Morray'in ayakkabisi ile Edward Norton'a saldirdigi sahne mukemmeldi.



Filmin her sahnesi bir baska guzel, filmi izledikten sonra yonetmene hayran olmamak mumkun degil. Wes Anderson'i takip listesine aldim :)
Eger little miss sunshine yada everything is illuminated filmlerini begendiyseniz bu filmi sevmemeniz imkansiz. Bence mutlaka izlenmesi gereken bir film. 

24 Temmuz 2012 Salı

Midnight in Paris..

Bir Woody Allen filmi bir muhtesem film daha :) 2011 yilinda vizyona girmesine ragmen yakin zamanda izleme firsati buldugum bir film. Filmin muhtesem Paris goruntuleri ile basliyor, bu da gilmin ilk anindan itibaren buyulenmenizi sagliyor ve daha cok gormek istiyorsunuz. O buyulu Paris atmosferini damarlarinizda hissettikten sonra ise hikayemiz basliyor.

Hollywood da senaryo yazari olan Gil nisanlisi ile Paris'e gelir. Her zaman hayali bir yazar olmak olan kahraminiz Paris'te kitabini bitirmeye calisir, tabi Nisanlisinin ailesi ve tesadufen rastladiklari pek de samimi olmayan arkadaslari ile karsilasmalari ile bu pek mumkun olmaz. Bir gece yarisi Paris sokaklarinda kaybolmusken kahramanimiz kendisini cagiran bir faytonla karsilasir ve gecmise (1920'lere) yolculugu bu sekilde baslar ve bu yolculugu sirasinda kendi edebiyat kahramanlari ile karsilasir Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Gertrude Stein. Gertrude Stein'den yazdigi kitabi elestirmesini ister, burada da kahramanimiz mutlaka yaptigi isi onaylatma geregi duydugunu farkediyoruz. Filmin devaminda ise ozellikle Hemingway ile aralarinda gecen diyaloglari izlemek cok keyifliydi. Kahramanimiz bu yolculuk sirasinda daha bir suru buyuk sanatcilar ile karsilasir Pablo Picasso, Gaugin, Degas.. Zaten 1920'lerin Paris'in de yasamak isteyen kahramaniz bu durum karsisinda buyulendikce buyulenir ve cok etkileyici bir kadin ile tanisir. Bu kadin da 1890'larin Paris'ine hayrandir ve o zamanda yasamak ister ve yine bir sekilde yine kendilerini gecmiste bulurlar 1890'larda. Kadin bu zamanda kalmak ister Kahramanimiz istemez o zaman iste filmin da ana konusu olan fikri olusur hic kimse bulundugu zamanda yasamak istemez gecmise takili kalmak onun ozlemini duymak simdiki zaman da yasamaktan daha kolaydir. Gecmiste daha fazla yapamayacagini anlayan kahramaniz gercek zamana doner.

Gercek zamana dondugunde ise nisanlisi ile ayrilir zaten filmin icin birbirlerinden ne kadar farkli olduklarini o kadar guzel anlatiyor ki bu ayriligin mutlaka olacagini goruyorsunuz, kacinilmaz son :) Sonra eski nisanli kizimiz ailesi ile birlikte ulkesine donerken, kahramanimiz Paris'te kalir ve onunla birlikte yagmurda yurumekten korkmayan Paris asigi birini bulur..

Bu filmi sadece Paris'in buyuleyeci atmosferinden dolayi degil, cok begendigim yazarla ve sanatcilara da atifta yapip onlarin dunyasini biraz daha gormemi sagladigi icin cok begendim. IMDB puani ise 7.8 ve tum yazilan elestiriler Woody Allen'in Meshur Annie Hall filmi ile kiyaslanmis. Filmi herkes begendigine gore izlemeyenlerin mutlaka DVD'sini almasini oneririm.

Iyi seyirleeer :)

23 Temmuz 2012 Pazartesi

To Rome with Love..

To Rome with Love.. yeni Woody Allen filmi. Ben bu filmi cok begendim senaryo cok iyiydi , cok zekice hazirlanmisti ve sizi eglendiren bir tarafi vardi. Ben izledigim filmi eger begendiysem arkasindan mutlaka yazilmis elestirileri okurum ki herkes benim gibi mi anlamis ya da benim atladigim noktalar var mi diye. Bu sefer elestirileri okurken cok sasirdim cunku Washington Post bu filmi buyuk bir hayal kirilikligi olarak nitelendirmis, ayni sekilde Wall Street Jurnal da. Ayrica, IMDB'den sadece 6.5 almis ben azindan 7'nin uzerinde bir deger bekliyordum. Bu gorusler bence sizi yaniltmasin, izlenilmeye degecek bir film ayni zamanda  metnin altinda gizli esprileri ile sizi eglendirecek de.


Film Turkiye'de 'Roma'ya sevgilerle' olarak vizyona giriyor. Filmin konusuna gelirsek, film adindan da anlasildigi gibi Roma'da geciyor. Buradaki 4 farkli ciftin hikayesi konu aliniyor. Biri yeni evli bir cift balayi icin Roma'ya geliyorlar ve sonra bir sekilde ayri dusuyorlar, onlarin hikayesi ayri ayri devam edip film sonunda bulusuyorlar.(bu hikayenin anlatildigi kisimlar orjinalinde italyanca olarak geciyor.)  Diger ciftimizin hikayesi ise Amerikali bir turist kiz ile Italyan bir erkekle tanisip asik olup evlenmeye karar vermesi uzerine kurulu. Bu tam olarak filmlerde gorebileceginiz tarzda bir hikaye. Alt metni o kadar kuvvetli ki tam olarak kapitalist bir bakis acisina sahip bir Amerikali aile ile sahiplenmeye inanmayan bir Italyan aile arasindaki gerilimleri, farkliliklari o kadar guzel bir sekilde anlatilmis ki size sadece tebessum etmek dusuyor. (Amerikali ailenin babasini Woody Allen canlandiriyor ). Diger bir ciftin hikayesi ise gayet monoton ve tekduze bir hayata sahip olan bir aile babasinin bir anda sabah kalktiginda kendini unlu olarak bulmasini anlatiyor. Unlu olmasinin sebebi ise bu tekduze hayati. Roportajlarinda kahvalti ne yedigini ve kacta kalktigini soruyor ve unlu adamdan alinan cevaplar karsinda cilgina donuyorlar , bu hikayenin sonlanmasi ise adamin ununu kaybetmesiyle oluyor.(bu hikayenin anlatildigi kisimlar orjinalinde italyanca olarak geciyor.) Simdi ise bence filmdeki en onemli ciftin hikayesine geliyoruz. Bu hikayede ise orta yasli, basarili bir mimar olan bir adamin 20 sene once Italyada yasadigi sokakta kendi gencligi ile karsilasip iliskisinde onun gecmiste yaptigi hatalari bir daha tekrarlamamasi icin ona yol gostermeye calisan biri anlatiliyor. Alec Baldwin'in oynadigi bu karakterin karsilastigi cocugun kendi gecmisi oldugu benim yorumum biraz aslinda, filmin elestirisinin yapildigi cogu sitede bununla ilgili bir cikarim goremedim 'Rolling Stones Review' disinda. Izlediginiz zaman nasil bir siz nasil bir cikarim yapacaksiniz bakalim :)

Bu filmde en hosuma giden noktalardan biri ise Roma' yi gercekten yansitabilmesi. Roma'ya turistik acidan yaklasmayip sokaklarinin, insanlarinin o yasayan dokusunu filme cok guzel yansitmis. Roma asigi bir insan olarak bu bakis acisi filmi daha cok begenmeme sebeb oldu.

Son olarak, mutlaka izlenmesi gereken bir film diye dusunuyorum kritiklerin aksine :) Iyi Seyirleeer :)




19 Kasım 2011 Cumartesi

Melankoliye devam.. "An Education" - "The life i want, There is no shortcut."

Merhabalar,

Baktım ki bu melankolik kış havasının biteceği yok, biraz daha devam edelim o zaman bu modda.

1960'larda geçen çok güzel bir film "An education". Akıllı,zeki ve güzel olan Jenny liseyi bitirip ailesinin baskısından kurtulup Oxford'a gitmek için çalışmaktadır. Kafasının köşesinde hep Fransa'ya gitmek, hayatını yaşamak, özgür olmak vardır. Vee bir gün David ile tanışır. David 30'larında çok etkileyeci,istediğini elde eden, başarılı,zengin, hayran olunası bir erkektir. Kaçınılmaz son olur Jenny , David'in peşine takılıp kaybolmaya başlar. Okulu ve Oxforda'u kenara bırakıp , hayalini kurduğu yola çok daha erken ulaşabileceğini sanır. Ta ki, David'in evli olduğu ve onu kandırığı ortaya çıkana kadar. İşte o zaman Jenny fark eder ki , "The life i want, There is no shortcut." (Filmi en iyi anlatan filmde de geçen bir sözdür.)
 
Şansız olanlarımız içinde hayat tam olarak böyledir. Başarmak istediklerimize ulaşmak için zor yoldan geçmemiz gerekir..


Not: Carey Mulligan filmde çok güzel oynamış, filmin 60'lar havasına o kadar güzel uyum sağlamışki. Hayranı olduğum birini hatırlatıyor bana Audrey Hepburn. (Audrey Hepburn başlı başına incelenmesi gereken bir konu olduğu için ona özel bir zaman ayıracağım :) )

18 Kasım 2011 Cuma

Bir Melankolik ruh hali

Bugün çok melonkolik bir havadayım . O yüzden bugün moduma uygun birşeyler yazmak istiyorum. Arada bir romantik modda takılmaktan zarar gelmez sanırım. Ben aslında klasik romantizmi sevmem, kırmızı güller , kemanlar,mumlar.. Bu tarzda davranan insanların gerçekten hissederek bu şekilde davranmaları bana çok da mümkün gibi gelmiyor. Bu yüzden de romantik filmleri çok gerçekçi bulmam ve izlemekten hoşlanmam. Benim için her zaman "fazla romantik" diye bir kavram vardır."P.S I Love You" filmini ağlamadan izlemiş ve her dakikasında yorumlarımla yanımdaki tüm kız arkadaşlarımı çileden çıkarmış bir insanım:) Farklı bir bakış açısından bakıyorum bu romantiklik olayına. Şimdi de bu fikrimi yansıtan filmlerden bahsetmek istiyorum. "Before Sunset" (2004) , "Before Sunrise" (1995) ve "When Harry Met Sally" (1989) şu zamana kadar izlediğim en güzel romantik filmler. Öncelikle romantizm kategorisinde olduğu için biraz mesafeli yaklaşmıştım ama izledikten sonra büyülendim. Bir kere filmlerin bir alt teması, konusu ve muhteşem diyalogları var. Ancak izleyenler ne demek istediğimi anlayabilirler. Eğer siz de romantik film sevmem diyenlerdenseniz henüz bu filmleri izlememişsinizdir.



Daha fazla vakit kaybetmeyin izlemek için..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...